8 Aralık 2010 Çarşamba

Peçeli İsyan




Yazı: Elizabeth RubinFotoğraflar: Lynsey Addario
Kabilecilik, yoksulluk ve savaşın getirdiği baskılar Afgan kadınlarının çilesi oldu. Şimdiyse adil bir yaşamın mücadelesini vermeye başlıyorlar.
Yirmi beş yıl önce National Geographic'in kapağına çıkan yeşil gözlü Afgan kızı, hafızalardan hiç silinmedi. Sovyet destekli komünistlerle Amerikan destekli mücahitlerin arasındaki savaştan kaçan genç mülteci, Afganistan'da yaşananların simgesi haline geldi. Bugün Afganistan'ın simgesi yine genç bir kadın: Kocasından ve ailesinden kaçtığı için kocası tarafından cezalandırılarak burnu ve kulakları kesilen Bibi Ayşe. Ayşe dayaktan ve diğer tacizlerden kurtulmak için kaçmıştı. Kocalar, babalar, kayınbiraderler, hatta kayınvalideler neden ailelerindeki kadınlara şiddet uygularlar? Bu şiddet olayları, geleneksel bir toplumun, bunca yıl izole kalıp, bunca savaş gördükten sonra aniden 21. yüzyıla savrulmuş olmasının bir sonucu mu? Ve bu toplumda hangi Afganlar şiddet uyguluyor? Hazaralar, Tacikler, Özbekler ve 1880'lerden beri siyasi yaşamda öne çıkan en kalabalık ve en muhafazakâr grup olan Peştunlar arasında önemli farklar var. Batıdaki Ferah eyaletinden kuzeydoğudaki Kunar eyaletine uzanan Peştun hilalinde yaşam "Peştun geleneği" anlamına gelen Peştunvali adlı kurallar çerçevesinde düzenlenirdi -halen de öyle. Peştunvali'nin temelinde, erkeğin sahip olduğu üç şeye -zar (altın), zamin (toprak) ve zan (kadın)- bağlı olan namus kavramı yatıyor. Namuslu bir yaşam ise melmastia (misafirperverlik), nanavati (barınak veya sığınak) ve badal (adalet veya öç) ilkelerinin üzerinde kuruluyor. Peştun bir erkek ne kadar misafirperverse, o kadar namuslu sayılıyor. Kapısında tanımadığı biri veya düşmanı bitiverse ve evinde kalmak istese, namusu o insanı evine almasına bağlı. Bir erkeğin toprağına, kadınlarına veya altınına bir zarar gelmesi halinde öç alması da bir namus meselesi. Namusu olmayan bir adamın gölgesi olmaz, varlığı olmaz, saygınlığı olmaz. Ama Peştun kadınlarının misafirperver olması veya öç alması genelde kabul görmez. Kadınlar nadiren kendi eylemlerinin öznesidirler. Onlar alınıp satılacak, uğruna savaşılacak varlıklardır, ta ki buna dayanamaz hale gelene dek. Kâbil'de aile içi şiddetten kaçmış kadınlar için açılmış bir sığınma evinde, Pakistan'la sınırı olan bir eyaletteki en zengin Peştun ailelerinden birinin kızını anlattılar bana. Kız, karşı kabileden bir gence âşık olmuş. Babası genci ve gencin dört kardeşini öldürdükten sonra annesinin, kızın kaçmasına yardımcı olduğunu keşfedince onu da öldürmüş. Şimdi de kızının cesedi için 100 bin dolar ödül koymuş. Bunlar aşırı bir adamın yaptığı aşırı hareketler. Ama erkekliklerinin ve yaşam tarzlarının yabancı askeri güçlerin, yabancı din önderlerinin, yabancı televizyon kanallarının ve uluslararası insan hakları örgütlerinin saldırısı altında olduğunu düşünen pek çok Peştun erkeği, uzun yıllar boyunca kendilerini tanımlamış olan geleneklere sıkı sıkıya tutunuyorlar. Bir gün Kâbil'deki bir kitapçıda, Peştunların köyün su kuyusunun başında veya düğünlerde birbirlerine okudukları, landaylar -"kısalar"- denilen iki mısralık şiirlerden oluşan bir derleme buldum. İlk olarak İntihar ve Şarkı adıyla yayınlanan kitabı, 1988 yılında Pakistan'da sürgündeyken suikasta kurban giden ünlü Afgan şairi ve yazarı Seyit Bahaddin Mecruh derlemiş. Öncelikle doğup büyüdüğü Kunar Nehri Vadisi'ndeki kadınların landaylarını toplamış. Bir hümanist olan Mecruh, geleneklere karşı gelen ve erkeklerin namus olgusuyla çeşitli şekillerde dalga geçen, yürekten kopan bu çığlıklara çok değer vermiş. Beşikten mezara, Peştun kadının kaderi ayıplarla, kederle dokunmuştur. Sevgiyi hak etmediği öğretilir kadına. "İşte bu yüzden," diye yazmış Mecruh, "landaylar sevgi fikrinden 'koparılma çığlıklarını' ve yanlış evliliğin yol açtığı ıstırabı ifade eder."

Devamı National Geographic Türkiye'nin Aralık sayısında...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder